...And the Heavens shall tremble!

Onlu yaşlarımın başındayım. Ekrana kilitlenmiş "Diablo" diye bir oyun oynuyorum... StarCraft'tan sonraki yeni deliliğim! Yaşım ufak, ama bilgisayar oyunlarıyla iç içe büyüdüğüm için yaşımın çok ötesinde bir kavrayış ve hevesim var oyunlara. İngilizce'm o zamanlar yarım yamalak olduğundan çok bir şey anlamadan oynuyorum, ama katedralin kat kat altına inerken yaşadığım heyecana mani olmuyor bu. Sonra bir gün oyunun başındayken babam geliyor, oyunu durduruyorum. Oyunun menüsünde fıldır fıldır dönen pentagramlara takılıyor gözü. "Neymiş bu?" diyor, "Diablo" diyorum. "Oynamanı istemiyorum böyle oyunları" diyor. Ama ben inatçıyım ya, sallamıyorum. Oynamaya devam ediyorum, bir süreliğine gizliden gizliye olsa da...

**

Bu sefer 13 yaşındayım. Diablo II yeni çıkmış. Koşa koşa babamın bürosuna gidiyorum. "Oyun alıcam ben" diye. "Ne alıcaksın yine?" diye soruyor, "Diablo II" diyorum. "E hani oynamayacaktın onu? İstemiyorum öyle pentagramlı oyunları oynamanı" diyor. Karşısındaki çetin ceviz ama, o kadar kolay pes etmeye niyeti yok. Ben yine de bir şekilde o parayı koparıyorum, oyunu alıp koştura koştura evin yolunu tutuyorum. 3 CD çıkıyor içinden. Yüklüyorum oyunları, giriyorum oyuna... Sanki dünmüş gibi hafızama işlemiş bak, düşün. Karakter seçme ekranında ateşin başına üşüşmüş 5 karakterle bakışıp duruyorum bir süre. Elim ortadaki kel Barbar'a gidiyor önce... "Houuuu!" diye bağırdıktan sonra baltasını bilemeye başlıyor. Sonra tek tek bütün karakterlerin üzerine birer kere tıklıyorum. Son kararım karizmatik, beyaz saçlı Necromancer oluyor. Karakteri isimlendirip Enter'a basıyorum. Ve giriş o giriş. 12 yıl oldu, hala pençesinden kurtulamadım bak...

Babam her ne kadar sözde karşı çıksa da içten içe beni kısıtlamak istemediğini, bana güvendiğini biliyorum. Beni arada oynarken görse de çok sesini çıkartmıyor. Yine de bu sefer başka bir çatışma çıkıyor aramızda: Ben arkadaşlarımla internetten oynamak istiyorum oyunu, ama o zamanlar 56K Modem'le Çevirmeli Bağlantıya mahkum olduğumuz için faturanın çok geldiğinden yakınıyor bu sefer. Ama inatçıyım demiştim değil mi? Gizli gizli internete bağlanıp oynamaya devam ediyorum. Arada kızsa da, göz yumuyor o da oynamama...

Sonra sürekli okuduğum dergilerdeki Diablo II incelemelerine baka baka hırs yapıyorum. "Ben de yazarım ki!" diyorum. Millet derste tahtadakileri not alırken ben kendi çapımda incelemeler, tam çözümler yazıyorum Diablo II'ye. Sonra bir gün oturup bu incelemelerden birini bilgisayara geçirip internetteki sitelerden birine yolluyorum. Haberim yok ama, daha o sırada kaderimi çiziyorum aslında bu hareketle...

**

25 yaşındayım. Diablo II'nin üzerinden 12, İstanbul'a taşınmamın ve kendi başıma yaşamaya başlamamın üzerinden tam 7 sene geçmiş! O 13 yaşındaki çocuktan neredeyse eser kalmamış: Tek bir şey dışında. Hala içimde bir yerlerde bir kıpırdanma oluyor "Diablo" dendiğinde. 12 yıl önceki o çocuksu heyecanın, kıpırtının birebir aynısı. Kendi çapımda akşama geri sayım yapıp, heyecanımı yatıştırmaya çalışıyorum bir yandan. Babam arıyor, "Napıyorsun?" diye soruyor. Laflıyoruz biraz telefonda. "Önümüzdeki birkaç gün yokum ben." diyorum en sonunda. "N'oldu, ne peşindesin yine?" diye soruyor. O görmese de sırıtıyorum cevabını verirken "Eee, Diablo III çıkıyor sonunda...". Bu sefer itiraz etmiyor hiç, gülüyor telefonun öteki ucundan heyecanımı anlayarak. "İyi hadi, gözünaydın!" diyerek kapatıyor telefonu.

Hani sorup duruyorsunuz ya, "Neden bu kadar çok heyecan yapıyorsun Diablo III için?" diye. Çünkü çocukluğumdan bana kalan yegane heyecan o benim için. Tam 11 saat sonra sunucular açıldığında, sırtımdaki bütün yükten sıyrılıp yine o 13 yaşındaki çocuk olacağım ben. Ve muhtemelen yıllar yıllar sonra Diablo IV çıktığında dönüp geriye baktığımda, Diablo III'ün hayatımda neleri değiştirdiğini, bana nasıl eşlik ettiğini anlatıyor olacağım.
Posted on 5/14/2012 02:04:00 ÖS by Monthius and filed under | 0 Comments »

...Ve Mass Effect 3!




Neredeyse 5 yıldır bekliyordum bu anı. Mass Effect 1'i bitirdiğimde 2'ye kadar nasıl dayanacağım diye düşünmüş, 2'yi bitirdiğim 3 nasıl olacak diye karın ağrısı çekmiştim resmen. Artık nasıl olacağını biliyorum ama. Shepard ve tayfasıyla geçen 5 senelik maceram nihayet sona erdi. Peki ben tatmin oldum mu bu maceradan? Çok da emin değilim aslında... Ağzımda hep o sevdiğim, bağlandığım bir hikâyenin bitişinde kalan buruk tat ve boşluk hissi var gerçi. Ama oyunu bitirenlerin bu aralar interneti inlettikleri, haykırdıkları o yarım kalmışlık havası da yok değil öte yandan...

Oynadığım oyunlara, karakterlere fazla kaptırıyorum kendimi, fazla bağlanıyorum. O yüzden Mass Effect 2'nin sonunda resmen gerilimden tırnaklarımı yiyecek duruma gelmiştim kimse ölmesin diye. Herkesi sağ tutmayı başarmıştım başarmasına da, Mass Effect 3'ün en vurucu yanlarından biri, kurtarmak için o kadar didindiğim bazı karakterleri bu sefer kurtarmak için hiçbir şey yapamadan çaresizce izleyişim oldu. Kimlere ne olduğunun spoilerını yapacak değilim, ama söz konusu sahnelerde içimde bir şeyler cız etmedi desem yalan olur. Ama ah be Bioware, duyguyu, dramayı bu kadar iyi verdiniz oyun boyunca, adam gibi bir "closure" yapamadınız mı yani? Tamam, "çiçekler, böcekler, laylay mutlu son" olsun demiyorum, ama o amaçladığınız "bitter sweet" sonu çok daha farklı şekillerde verebilirdiniz. Zaten her yerde tartışılıyor, o yüzden kafam kadar olan senaryo hatalarına hiç girmeyeceğim, ama bana en azından takım arkadaşlarıma neler olduğuna, seçimlerimin galaksiyi ne hale soktuğuna dair bir açıklama borçluydunuz. Ve hayır, o sondaki saçma Normandy sahnesini bir açıklamadan saymıyorum, zira inanılmaz saçma ve mantığa aykırı bir sahneydi o da. Eğer bu gördüğümüz gerçekten de sizin tasarladığınız son ise böyle bir efsaneyi son 10 dakikada harcadığınız için bir sonraki Cycle'ı beklemeden Reaper'lar tarafından kovalanırsınız umarım... Ama öte yandan şu internetteki teorilerin bir gerçekliği varsa (ki bilinçsizce yapılamayacak deliller sunuyor bazıları, tesadüf olmamalı bu kadarı da) o zaman da helal olsun, oyun tarihinin en büyük plot-twist'lerinden biri olur herhalde şu mevcut son.

Öyle ya da böyle, bazı yönleri nedeniyle kızıp sinir olsam da yine de güzel bir bilimkurgu macerasıydı Mass Effect. Garrus'u ve calibration'larını, Legion ve "Shepard Commander"larını, EDI ve "...that was a joke"larını, kısacası tüm tayfayı... Ve tabii Liara'yı özleyeceğim. Umarım Bioware yaptığı hatalara bir yenisini ekleyerek böylesine güzel yaratılmış bir evreni çöpe atarak heba etmez. Bu kadar sağlam arkaplana sahip bir evrenin çöp haline gelişini görmek, hikâyeyi bitirdiğimde oluşan boşluktan çok daha büyük bir boşluk hissi bırakacak yoksa yerine...
Posted on 3/21/2012 01:50:00 ÖÖ by Monthius and filed under | 0 Comments »

RMAH (Real Money Auction House) Sorunsalı...

Takip ettiğim forumlardan birinde yoğun halde tartışıldığını görünce uzunca bir açıklamayla durumu izah etmeye çalıştım. Hazır uzun uzun yazmışken buraya da yazayım da, kafasında hala soru işareti olan varsa aydınlansın dedim. (Evet, Diablo III hakkında yanlış bilinenler yazısı kesmedi bu konuda beni):

Atlanılan çok basit bir yanı var RMAH'ın: Ayrıca para harcamak istemiyor musun? Harcamadan da RMAH kullanabilirsin? Bazı arkadaşlar "kullanan zaten yetersizdir" falan demiş de, şu kadar basit şeyi akıl edemediler mi acaba merak ediyorum: Düşürdüğün itemlardan 2 tanesini 5 dolara sattın diyelim, 10 dolarlık Blizzard Currency ekleniyor değil mi hesabına? O sattığın itemların parasını PayPal'dan çekmek yerine, oyun içinde varsa almak istediğin bir şey gider onu alırsın. Böylece ne babanın ya da kendinin kredi kartına ihtiyacın olur, ne de cebinden beş kuruş çıkmış olur.

Bunu yeterince basit bir şekilde anlatabildiğimi umarak diğer konuya geçiyorum: "MİLLET ÜSTÜNÜ BAŞINI AH'TAN ALDIĞI ITEMLARLA DÖŞEYECEK, BİZ MADUR OLUCAZ" Eee, Diablo II'de de ne idüğü belirsiz sitelerden aldıkları itemlarla dolanan tipler vardı, RMAH olmasaydı bu tipler yine olacaktı oyunda. Kaldı ki yukarıda bahsettiğim şekilde kullanırsanız RMAH'ı, normal Gold ile çalışan Auction House'tan ne farkı kalıyor? Onda da millet gold harcayıp üstünü başını dizmiyor mu? Eğer itiraz ettiğiniz şey milletin üstünü başını eşyaları düşürmeden düzmesiyse ona neden kimse bir şey demiyor? Yok, parası olan konuşur olayına itiraz ediyorsanız yine yukarıda dediğim gibi azıcık kafayı çalıştırırsanız cebinizden kuruş çıkmadan nasıl RMAH kullanacağınıza dair ipucunu da verdim.

Ha, sorun ileride diğer oyunların da bu sisteme geçmesi mi? Son 1-1,5 yıldır nerede yaşıyordunuz ki siz? Bütün F2P oyunlar bundan çok daha kötü bir sistemi kullanıyor zaten. Orada para vermeden içeriği tam anlamıyla göremiyorsunuz, oyunu kısıtlı bir şekilde oynuyorsunuz kesenin ağzını açmadığınız sürece vs. "BLIZZARD DİĞER FİRMALARI BU YÖNDE ETKİLEYECEK" diye bir şey söz konusu değil, kendinizi kandırmayın. F2P oyunlar diğer bütün firmaları bu yönde etkiledi bile çoktan. Piyasadaki F2P oyunlara bir bakın, hepsi bu modele geçmiş durumda neredeyse.

Üzgünüm ama bir çok kişi üzerinde çok da düşünmeden, kötülemiş olmak için kötülemeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyor şurada. Kişisel fikrime gelelim RMAH ile ilgili: Kullanır mıyım? Eğer aylarca aradığım setin tek bir parçası eksik kalmışsa ve onu normal Gold kullandığım AH'ta bulamıyorsam o zaman yukarıda anlattığım şekliyle kullanırım belki. Onun dışında zaten kendi eşyalarımı kendim düşürmeyeceksem Diablo'nun ne anlamı kaldı ki?
Posted on 10/14/2011 12:04:00 ÖS by Monthius and filed under , , , | 0 Comments »

Vapurlar Falan...

Çok ilginç hakikaten. Bunca güzel şeyin üzerine nereden darbe yiyeceğim bakalım diye bekliyorum gardımı alıp ama ufak tefek aksilikler dışında her şey daha da iyiye gidip duruyor sanki. Hayatımda ilk defa bu kadar iyi ve güçlü hissediyorum kendimi. Umarım hep iyiye gitmeye devam eder böyle. 1 sene önce biri bana şu an sahip olduğum şeyleri saysa "dalga mı geçiyosun lan?!" diye dalardım herhalde...
Posted on 8/26/2011 06:17:00 ÖS by Monthius and filed under | 0 Comments »

Welcome Home...




Çok uzun süren bir koşuşturmaca, stres ve panik yumağıyla boğuştuktan sonra nihayet düzlüğe çıkmış durumdayım. Tamam, hala süregelen bazı dertlerim var, tamamen rahatlamış değilim. Ama en azından üzerimden çooook büyük bir yük kalkmış olduğu için çok daha mutluyum. Bu sene uğurlu geldi bana sanırım, başından sonuna kadar güzel yeniliklerle buluşturdu beni...

Nihayet kendi evim var bir kere. 5 yıl süren cehennem ızdırabının ardından artık bunu haketmiştim zaten. İstediğimi yaptığım, istediğim gibi takıldığım güzel, şirin bir ev... Bayağı zamandır bunun hayalini kuruyormuşum aslında, yeni yeni farkediyorum. Daha da güzeli bu evde şapşal şapşal koşuşturan minik kedim var; Guenhwyvar. Ya da kısaca Guen. O da pek bir sevdi bu evi. Hele şu an salonun büyük ölçüde boş olması tam onun işine yaradı, dilediği gibi koşuşturup duruyor orada. İleride bahçeye çıkmaya da alıştıracağız da, şimdi kaçar gider korkusuyla içeride tutuyoruz.

Komik olan, ama beni tanıyan kimsenin şaşırmayacağı şekilde kocaman bir televizyon ve Playstation 3'ümüz var evde. Ama henüz koltuk takımımız yok. Evet, televizyon koltuk takımından daha öncelikliydi, n'apabilirim yani? :p Doğal gazımız hala bağlanmadı apartman yeni olduğu için, ama soğuk suyla yıkanmaya alıştım sanırım artık. Eh, o ikisinin dışında da pek bir eksiği kalmadı evin aslında. Belki ufak tefek şeyler...

Yine de, eksikleri bile olsa bu evi seviyorum. Hiç olmadığı kadar sıcak geliyor bana burası. Sevdiklerim yanımda, mutluyum, daha ne isteyebilirim ki? Her eve geldiğimde kendi kendime "Welcome home..." diyebiliyorsam artık, yuvamı bulmuşum demektir.
Posted on 8/22/2011 11:14:00 ÖÖ by Monthius and filed under | 0 Comments »

Stress Test

Bu aralar üzerimdeki stresin ve gerginliğin haddi hesabı yok. Bir yandan büyük endişeyle, diğer yandan ise büyük hevesle beklediğim Ağustos ayı geldi çattı. Ev bulma telaşının, biriken işlerin ve onun yarattığı ağır baskının ve daha bir çok irili ufaklı faktörün yarattığı stresten dolayı kendimi gerçekten felaket bunalmış hissediyorum. Fena halde rahatlamaya ihtiyacım varken çevremdeki insanların o bunaltıcı çemberi tam tepemde daha da daraltıp beni boğmalarıysa apayrı bir mevzu tabi. Daha ne kadar dayanabilirim, pek emin değilim açıkçası. Yakında bir noktada patlayacağımdan korkuyorum. Sanırım patlamadan bir önlem alsam iyi olacak... Hiç olmazsa şu ev işi artık hallolsa da hiç olmazsa onca stres kaynağından kaçıp saklanarak rahatlayabileceğim kendime ait bir yerim olsa.
Posted on 8/02/2011 12:31:00 ÖS by Monthius and filed under | 0 Comments »

"Press Any Key And Something Awesome Happens."




Bioware bir zamanlar en sevdiğim oyun firmalarından biriydi. Tamam, asla bir Blizzard değildi belki, ama yine de çıkardıkları her oyunu gözüm kapalı oynayabileceğim ve yaptığı işlere güvenebileceğim bir firmaydı benim için. Ne oldu bilmiyorum. EA tarafından satın alındıktan sonra bile kendilerini bir süre için çok bozmadan devam ettikten sonra bir anda tepetaklak oldu her şey.

Dragon Age 2 felaketi geldi önce. Dragon Age 1 ile alakasız, RYO demeye bin şahit lazım bir oyun çıkarttılar piyasaya. İsyan eden oyunculara karşı hırsla oyunlarını savunmaya devam ettiler, hatta beğenmediklerini dile getiren oyunculara karşı sert tutumlarda bulundular. Ama yetmedi. Metacritic'te sahte hesaplar açıp "Mükemmel bir oyun, işte böyle olmalı!" diyerek kendi oyunlarına tam puanlar vermeye başladılar bu sefer. Ama kendi ürünlerini bu şekilde abartarak öne çıkartmak da kesmedi, son yıllarda çıkan en başarılı oyunlardan biri olan Witcher 2'ye bok atmaya başladılar bu sefer. Platform yine Metacritic'ti, oyladıkları tek oyunlar Dragon Age 2 (10 puan!) ve Witcher 2 (0-3 arası puan!) olan sürüsüne bereket fake hesap türedi birden. Bunlar Bioware gibi bir firmaya yakışmayan, bayağı ve acınası hareketlerdi maalesef. Peki Bioware bu noktada durdu mu? Tabii ki hayır. "Önünü alamadılar" Bioware'in ve saçmalıklar silsilesi devam etti; Fantastik kurgu türünün önde gelen isimleri olan J.R.R. Tolkien ve George R.R. Martin gibi yazarlara laf edip Twilight gibi herhangi bir edebi değeri bile olmayan saçmalığı överek oyunun "romance"ini yazarken ondan ilham aldığını açıklamalar mı dersiniz, yoksa "Call of Duty kitlesini hedef alıyoruz" gibi kafası güzel yorumlar yapmak mı? Hepsini yaptı Bioware...

Sonra bir noktada toparlar gibi oldular. Hem EA, hem de Bioware "yeni fanlar kazanırken bazı fanlarımızı mutsuz ettiğimizin farkındayız. Bize gelen feedbackleri not alıyoruz, oyuncuların istekleriyle şekillendireceğiz yeni DA2 DLC'lerini" dediler. Belki bir ihtimal, yanlış yaptıklarını anladılar mı diye umuyordum ki...

...Sıra The Old Republic'e geldi. Çoğunluk en başından beri oyundan umutsuz olsa da "Hem Star Wars, hem de Old Republic, kötü olamaz ki!" diyerek inanmayı reddettim hep. Hatta bizzat betayı oynayanların ağzından nelerin kötü olduğunu dinledikten sonra bile inanmak zordu benim için. Ancak onların yapamadığını Bioware yapmayı başardı. Oyunu Pre-order'a açtıklarında Collector's Edition alıp almama düşüncesiyle boğuşurken, 2 gün içinde beni oyunu satın alıp almama konusunda düşünmeye ittiler bir anda. Hadi tamam, pre-order'ı sınırlı yapmanız çok anlaşılabilir bir şey. Ona kimsenin dediği bir şey yok zaten. Ama "Oyun çıktıktan sonra da sınırlı sayıda satacağız, çünkü sunucular kaldırmayabilir. Ha, bu arada Türkiye ve Avustralya gibi bazı ülkelerde hiç piyasaya bile çıkmayacak oyunumuz" demek?? Dijital olarak sınırlı satılan bir oyuna ilk defa karşılaşıyorum, hele ki bu oyunun bir MMO olduğunu düşününce o kadar komik kalıyor ki bu açıklama. Yahu milyonlarca oyuncuya sahip Free 2 Play oyunlar bile sunucu problemi yaşamıyorlar, koskoca EA ve Bioware olarak birkaç sunucu fazla kiralayıp stabilitesini arttırmak mı zor geliyor? Nasıl bir mantıktır, nasıl bir saçmalıktır bu?

Ama söz konusu Bioware olunca burada kapanmıyor konu. Üzerine bugün açıklama yapıyorlar; "The Old Republic çok uzun soluklu olacak. Amacımız 2025 yılında gezebileceğiniz 500 gezegene ulaşmak." Ahahahahah. Az önce "sunucularımız kaldırmaz, o yüzden sınırlı oyuncu alacağız" diyen adamlar şimdi "2025'te hala oynanıyor olacak oyunumuz" diyor. 14 milyon oyuncusu olan World of Warcraft'a bile millet "6 senedir aynı grafikler, değişiklik lazım artık" diyorken, sizin "sınırlı" oyuncuya sahip kıytırık MMO'nuz 2025'e kadar devam mı edecek? Hadi diyelim ki arada bir noktada oyun motorunu upgrade ettiniz EVE Online'ın yaptığı gibi. Sadece bu yeterli olacak mı dersiniz? Her sınıfa 200 saat oynanış süresi biçiyorsunuz şu anda. Toplamda yanlış hatırlamıyorsam 6 sınıftan 1200 saat eder. (Ki bir MMO'ya oynayış süresi biçiyor olmak en başından devasa bir hata bence) Buna ek paket, ek içerik vs eklesen bile zaten sınırlı olan oyuncu kitleni 14 yıl boyunca elinde tutabileceğinizi düşünüyorsanız siz bu işi hemen şimdi bırakın derim, zerre vizyonunuz yok demek ki. Olmaz ya, hadi bir şekilde 2025'e kadar 500 gezegene ulaştınız diyelim. Bu oyun bir MMO olmayacak mıydı? Zaten sınırlı sayıda olan bir avuç oyuncunuzla o gezegenlerin kaçını doldurabileceksiniz? Bir çoğu bomboş, kimsenin uğramadığı yerler olarak öylece kalacak. Nasıl bir kafada yapıyorsunuz bu açıklamaları ya da gerçekten inanıyor musunuz bu dediklerinize bilmiyorum ama ben şu an üzerinde oturduğum yerlerimle gülüyorum size buradan, kusura bakmayın.

Başlıkta "Press Any Key And Something Awesome Happens." yazıyor ya hani... Bioware'in yeni anlayışı bu son birkaç senedir işte. Anlayamadıkları şey ise "awesome"ın her zaman için başarılı bir tasarım fikri olmadığı. Bu kafayla gitmeye devam ederlerse oyunlarını alacak kitle ancak Call of Duty'ciler ve Twilight'çılar olacaktır zaten. Gerçi zaten bunu hedeflediklerini de düşünmeden edemiyorum bazen...
Posted on 7/26/2011 02:36:00 ÖS by Monthius and filed under , , , , | 0 Comments »